Kim istemez ki bir zaman makinesinde İstanbul’u dolasmayi.
Dünyanın en ilgi çekici turu olurdu eminim. Kent mucize ve sürprizlerle dolu. Pek çok semt açık hava müzesi gibi.
Ama sanki kentin ruhunun kaybolusuna dogru geri sayimdayiz.
İstanbul disi bir kent; aldatan ve cömert…
O kadar disi ki adami katil eder… Aslinda İstanbul değil, insanlarin iliskileri ve toplum katil eder insani. Para ve guc cok onemli bu sehirde… Bu noktada korkunc bir varolma savasi yasaniyor. Bu savasta ne yazik ki sık sık cinayetler işleniyor.
Acliktan sokaklarda yatanlar, kimsesiz cocuklar, tinerciler, yoksul insanlar var. Ama ayni zamanda cok guzel. Boğaz bir cennet, adalar, yalilar, sehrin silueti muhtesem… Boğaz’dan bir bak İstanbul’a, hala Sinan’in siluetini koruyor. Her sey var bu sehirde. Cinayet mahali, psikopatlik, guzellik, tarih, akliniza gelebilecek her türlü dekora kaynaklik edebilir. Ne giyse yakisabilir bu kadina…
Kadina şiddet kadar aşikar İstanbul’a uygulanan şiddet. Ne dernekler, ne bakanlik ne de reklamcilar sahip cikmiyor, imza toplamiyor bu şiddete karşılık. Roma dönemini gectik, Mimar Sinan’ın yaptığı çeşmeler çöplük olarak kullaniliyor. Talan edildi şehir, kimsenin umrunda değil… “Avrupa Kültür Başkenti” deniyor, yalan! Yakinda UNESCO Kültür Mirası’ndan çikaracaklar. Bu durumdan resmi olarak “kültür” sıfatını tasiyanlar utansin artik.
Ahmet Ümit’in deyimiyle “İstanbulluluk Bilinci” olusturmak lazim önce, bu sehirden hava alan herkes katılmalı bu bilince, ucundan köşesinden. Hatta yollarda yürüyüp imzalar toplamali işe yaramayacagini bile bile. Vicdaninin sesini dindirip, İstanbul’un yankisini dinlemeli en azindan… İstanbul’un hala tasinin topraginin altin oldugunu unutmak, bu sehrin tasinin topraginin kültür oldugunu hatirlamak lazim artik.